11 Haziran 2011 Cumartesi

  
    Can uyuyor.Yazın kendini iyice hisssetirmeye başladığı günlerdeyiz. Bunaltıcı sıcaklar gecikmeli de olsa başladı artık. Can'ın  yatağının yanındaki pencere açık, hafif bir esintiyle perde sürekli dalgalanıyor. Uykunun en tatlı yerinde: yani sonunda.Pikeyi kafasına kadar çekmiş, esintinin verdiği rahatlıkla uykunun tadını çıkarıyor.
    Bir kış günü bir bahçedesin. Güneş çıkmış , günlerdir yüzünü göstermeyen güneş. Elinde bir bardak çay kemiklerine kadar ısınıyorsun. Hayır ısınmaktan çok daha fazlası bu. Bütün vücudun güneşin ışınlarıyla şenleniyor. O an hiç bitmesin istiyorsun. 
   Bir bahar günü sokakta yürüyorsun. Hafiften damlalar atıştırmaya başladı; başına, yüzüne, her yerine. O kadar tatlı yağmaya başladı ki ; yürümeye devam ediyorsun. Hatta yüzüne gelebilmesi için başını kaldırdın gökyüzüne.
Biraz sonra ne olumsuz bir düşünce kaldı kafanda, ne de bir keder.
    İşte doğanın bize sunduğu öyle küçük süprizler, hediyeler var ki; o an yaşadığımızı iliklerimize kadar hissedebiliyoruz.
 Oysa kaçımız bunların ,ne kadar farkındayız? 
Ne kadar değerini biliyoruz bu güzelliklerin?
Ve yaşadığımız betondan şehirlerde ne kadar ulaşabiliyoruz doğaya?
 Yada ona ulaşmak ve şehrimizi (yaşamımızı) onunla birlikte varolabilmek için düzenlemeye ne kadar kafa yoruyoruz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder